Cam ve kişilik üzerine...

Standard

Arkası karanlık olan cam ayna görevi yapar.Cam gibi, yüreklerin ve beyinlerin manevi görünüşleri de farklı farklıdır.İnsan kişiliği bir nesnedir ve kendine hakim olabildiğince şekillenir kendine hakim olamadığınca başkaları tarafından yontulur. Sayısız kişilik türevleri oluşmuş , hala oluşmakta , ilerde de oluşuma devam edecektir. Her insanın , kişiliğinin farkındalığı ve sahipliğiyle orantılı olarak ruhunda koruyucu bir katman bulunur. 

Sokaktan geçerken bir eve bakıp düşündüğümüzde önyargıya camlarından ulaşırız. Herhangi bir kimse hakkında , beynimizin derinliklerinde filizlenen önyargı da , onun sarfettiği ilk cümlelerden dallanıp budaklanır. 

Kişilik insanın manevi hanesidir. Özellik ve gizlilik derecesini de ancak kişinin kendi hür bilinci belirleyebilir.
Atalarımızın ''Ev alma , komşu al'' sözünden esinlenerek benzer bir deyişle , kişilerle değil kişiliklerle olur bizim esas ilişkilerimiz. Faydalı ilişkiler kendinde eksik olanı ondan öğrenme ya da onda eksik olanı kendinden paylaşma yönünde zararsız ve gayet masum bir şekilde olmalıdır.

Görebildiklerimden ya da sonradan farkedebildiklerimden yola çıkarak , kişilikte kaliteden bahsedebilmek için ruhun görüntüsünün düzgün ve parlak olması gerekir. Bu tesbiti takiben bir de kişiliğin bakımı ya da muayenesi vardır . Bakım ve onarım şekilleri de farklıdır elbet. Nasıl ki camı silerken kırılganlığına göre güç kullanıyorsak , bu temizlik zamanları da böyledir. Herşeyden önce  bir yoklamak gerek sağlam mı değil mi , sonra görmek gerek ayna mı değil mi diye. Eğer camsa iki taraflı temizlik gerekir.

Elbette bir evi hiç kullanmasak bile camın içerisi tozla ; dışarısı da yağmur rüzgar gibi dış etkenlerden dolayı oluşan iz kalıntılarıyla kirlenir.ayna görünümlü insanlar içi doldurulmuş peluş oyuncaklar gibidir. Camın arkası ne kadar sırlanırsa , o kadar net gösterir görüntüyü... Etkiniz kadar tepki aldığınız sert , parlak ve kendini göstermeyen kişilikler de vardır. Bir de umutsuz vakk'a penceresi olmayan kişiler vardır. Harabe eve giren , çıkan , pisleten , zarar veren belirsizdir.Sahip çıkılmadıkça bir kişiliğin geleceği de yıkılıp yenisinin yapılmasıyla muhtemeldir. 

Zengin , köklü ve parlak kişiliklere sahip olmamız dileğiyle...
                                                                                                                   Sefa Avcı

Ustalık ve üstadlık üzerine

Standard


Ustalık elindeki materyalleri , bilgisiyle doğru şekilde kullanana denir.
Fakat söz ustalığında durum farklıdır. Belirli birikimle kalbini , gözünü , beynini harmanlaman gerekir. Elindeki malzeme 29 harftir ve harfleri gruplayarak oluşturulan paragrafları kelimelere indirgeyebilenlere üstad denir.

 Ustanın kazancı karnını doyurur , üstadın kazancı ise kalbini… tek derdi yaptıklarının anlaşıldığını hissetmektir . karşılıksızdır müşterisine emeği. Öyle ki her şeyden önce , yorum bile yapmadan önce anladığınızın işareti olan mimikleriniz bile , aldığınız emeğin üstüne ‘ilgilendiğiniz ve beğendiğiniz için can-ı gönülden teşekkür ederim’ minnettarlığı kazandırır size…
Candır üstad. Biyolojik görevi yetersiz kalır onu anlatmaya , ruhundaki fazlalıkla insandır o.Hayata sımsıkı bağlanır kelimeleriyle.


Öyle bağlanır ki , gerçeklerin acısıyla normal koşullardan önce olgunlaşan bi bitkidir o.
Ekosistemde çok önemli bir yere sahiptir ama buna rağmen sürekli hırpalanır hayatında. En ufak güneşte çiçek açacak kadar da güvenir doğaya…
Her canlıya önem verir o , camdandır kalbi , en ufak sözde kırılır.
Fazla kimseye ihtiyacıda yoktur , farkını fark ettikten sonra ilişkilerin gereksiz olduğunu değilde yalnızlık zamanlarında kendi kendine muhtaç olduğu düşüncesini savunur.
Doğaya ayak uydurmak zorunda hissetmez kendini , ruhu zaten doğayla bir bütündür , güneşle dans eder , yağmurla arındırır ruhundaki hüzünleri.
Dünyayı öyle bir düşünür ki , eylemi gerçekleştirirken dünyadan soyutlar kendini.
Ve ben… her zaman görebildiklerimi yazarım… ve henüz kapının anahtar deliğinden bakıyorum , içerisi nasıl yorumlanır bilemem…                                                                       
                                                                                                                                                  Sefa Avcı

‘Aman’ ve ‘ama’ ya dair…

Standard

Aman’ şeytanın oyunlarından biridir.

Melekler bu oyuna düşmeyelim diye bir düşünceyle gelir ve şeytan insan aklına öyle bi girer ki , inancı zayıf olan insan meleği ‘melek kılığına girmiş şeytan’ olarak algılar ve tam aksine şeytanın tuzağına düşer.

Netice büyük değilse şeytan oyununu hiç bitirmez .hayatta çoğu olaylar böyledir. Kazalar , başarısızlıklar , kötü alışkanlıklar , ihanetler , büyük kayıplar , büyük ruhani çöküşler…

İnsanın aklı gerçekten başındayken hiç yapmayacağı , asla yapmak istemeyeceği ihmallerin sonuçlarıdır bunlar . ‘aman’ düşüncesiyle beyine girer ve kaleyi içten fetheder.

Hiçbir organ emirde değildir artık , şeytanın menfaatleri bedenden çok ruha işlemeye çalışır çünkü ruh sürekli bedendedir ve beden dinlense bile ruh yaşam boyunca görevdedir.

Ruhuna şeytan karışırsa , manevi kalıntıyı temizlemek yine maneviyatla muhtemeldir. Büyük tehlike , ruhtaki ‘çok küçük detaylar olduğu için farkına varılamayan’ aman düşünceleridir. Bu büyük tehlikeyi önleyebilme gücüne irade kavramı karşılık gelir.

Şeytan elbette iradesizle uğraşacak kadar alçaktır , ezeli düşmanı hep iradelilerdir fakat irade ruhu görünmeyen bi kalkan gibi koruduğundan iradeli insan şeytanın vesvesesini sinek vızıltısı gibi algılar ve asla umursamaz.

Şeytanın , arkasını bin bir vaatle doldurmuş gibi gösterdiği düşüncelerin elbet birde yıkılışı vardır. bu  oyunlara düşenlerin hiç sevmediği kısımdır ‘aman’ dan sonra ‘ama’ yı yaşamak.

Ruhu oluşturan tüm değerlerin yıkımıdır işte bu. Şeytanın emanetine ihanetinden , çıkmayan kara bi leke bulaşır insanın ruhuna. Ve o kadar acizdir ki şeytan , hep o lekeden bulaşmaya çalışır iradesizlerin kanına…

Sefa Avcı

yollar , düşünceler ve yolculuklar üzerine...

Standard

Düşünmek ve yol yürümek arasında pek fark yok sanırım.

Sizce de düşündükçe daha uzaklara gitmez mi insan?

Herkes düşünür elbet ömründe fakat yollarda yolcularda zaten farklı farklı değiller midir?

Şüphesiz bazı yollar engebelidir , bazısı inişli çıkışlı , bazısı virajlı , bazı yollar çıkmaz sokaktır  çıkmak için geri dönmek gerekir , bazısının sonu da uçurumdur tabela yoksa yada görmezsen düşüncenin sonunda paramparça kelimeleri toparlaman için epey uğraş verirsin.

Yolcularda farklıdır , kimi umursamaz yolu dalar gider hayal alemine , kimi aşırı umursar ve geçilen yerleşim yerinde gördüğü bir bakıştaki anlamı anlamaya çalışır , kimi çok sever yolu sonuna ulaşmaktan çok yolda vakit geçirmek ister usul usul gider yolunda , kiminin mekanizması daha dayanıklıdır kat ettiğinin katlarca katı yol kat etse yinede yorulmaz asla…

Bazıları da aşıktır , onlar yolculukları sever , yolun sonu yoktur onlar için , ruh halleri de geçilen coğrafyaya göre değişir. Her an çılgınlık yapıp başka yola sapabilecek , isterse o düşünceye kamp kurabilecek kadar özgürdür yolculuk hayranları ..

Birde yol aşkları vardır , istikameti gözetmeksizin kırk yıllık platonik düşünceler içinde bulur kendini , anında düşünceler kanserli gibi çoğalır beyinde , bin bir türlü diyalog tasarlanır , kaçamak bakış yakalamak için istem dışı hareketler falan bi an için beyin öyle bi ana gelir ki , hissedilen nefesle tüm paranoyak düşünceler  yıkılır ve hayata bi kahkaha atar bu heyecanı yaşayan kişi şaşkınlığıyla…

Ve kimi kendi yol hikayelerini yazar , kimi bu hikayeleri başkasına anlatır , kimisi de dinler…

Yollar yolcular yolculuklar böyledir benim gözümde…

Hadi herkese hayırlı yolculuklar…

Sefa Avcı

Bol renkli günlere …

Standard
Hislerinle yargılıyorsan bir kişi (nesne veya düşünceyi) ,önce inandığın mutlak doğruların tam tersini düşünmelisin …



Yargıladığın insan gerçekleriyle karşına çıktığında , umursamamış olsan bile beyin bunu kaydeder yorumlar kalbe yollar ve haksızlık etme duygusundan dolayı benliğini büyük sarsıntıya uğratırsın…
Ünlü düşünürlerinde söyledikleri gibi insanın kendini en tarafsız şekilde muhakeme ettiği yer kendi vicdanıdır ve vicdanın verdiği en ufak cevap bile insanı yıkmaya yeterlidir…bir kişiyi en çok etkileyen şey ( mutlu eden , üzen , gurur  veren , sarsan şey)  şüphesiz ki kişinin kendine yaptığı eylemdir…
Bu eylemi istikrarlı ve tutarlı bir şekilde sürdüren , yorumlayan kişi mutlaka kişiliğini sarsılmaz temellerle koruyacaktır…
Elbette sadece beton grisi değildir kişilik , huylarına göre değişir rengi.Kimi alçak gönüllüdür kahverengi daha ağır basar , kimi mutludur sarı daha fazla görülür , kimi daha fazla huzur verebilir mavinin sonsuzluğunu hissettirir kiminin duygusallığı  ağır basar ve özelliklere göre bu cümle uzar gider.
Zengin kişilikler ,  elindeki renk çemberinin farkında olanlardır.Gerektiğinde uygun rengi göstermek üzere çevirirler ve nasıl gerekiyorsa öyle davranırlar ve kişi kendiyle baş başa olduğunda ortada durur genellikle… o beyazın renkler karmaşasında…
Hangi yöne gitmek istiyorsa gider , nasıl olmak istiyorsa olur yalnızken sınırı yoktur bu yolculuğun…
Bir de siyah renk vardır , bu kendisinin farkında olmayan insanları temsil eder.
Dünya karanlık görünür bu insanlara , kendisiyle asla baş başa kalamazlar ve siyah renk sürekli içlerine çeker bu kişileri…
Dünyayı yaşanılır kılmak için gözün arkasına kalbide eklemek gerekir…Herkes bakar , ama görebilmek için yüreğe de ihtiyaç vardır…
Nice özürsüzler vardır ki görme engellilerin gördüklerini göremez ve hissettiklerini hissedemezler…
Ve bu yazıyı okuyan yada okutanlara tavsiyem , etrafınızda kişiliğinin farkında olmayan insanlar var ise , o insanlara yardımcı olun , çünkü böylece renkleriniz daha da parlar ve canlanır…
Bol parlak renkli günlere…
Sefa Avcı

Sevgili…

Standard

Sevgili…
Neden uğruna destanlar yazdırırsında kavuşmak hiç nasip olmaz?
Biz severek , aşık olarak , sanki sözleşme imzalarken hasret kısmını görmemiş gibiyiz…
Neden herkes oyun peşinde , neden esas aşıklar hep acı çeker?
Acaba kavuşanlar yatarken mi azaltır içlerindeki alevi?
Aşkımızın alevi bundan artıyorsa varsın artsın be sevgili…
Geçici hobilerle tüketmek için değil , ardımda kalıcı bir hayat yaşamak için seviyorum ben seni…
Ben iliklerime kadar sıcağı senin gözlerine bakarak hissettim , ne yağmur dokunabilir yüreğime nede buz etkiler ellerimi , yalıtımı senin aşkınla yaptım ben ey sevgili!…
Kokunu unutmayayım diye hiç çiçek koklamam ben , gözüm kamaşmasın diye hiç güneşe bakmam ben… sensin benim günüm güneşim yazım ayazım…
Seni gören olmadı sevgilim , kimse göremezde kalp-beyin ortaklığıyla yaşanılan bir sevgiliyi…
Biliyorum sende bir yerlerde bir şeyler düşünüyorsun ama gel artık be…
Hiç tanımadığım bir sesin var , bir onu beceremedim , masalımın tek eksik yanı bu olsa gerek , hayal gücüm buna yetti ne yapayım…
Hadi uyuyalım sevgili , daha her sabah seni rüyalarımda bırakmama çok zaman var , hadi susalım hayalim , biz susalımda melekler konuşsun…
Onlar bilsin sadece seni…. Seni se….        Sefa Avcı…